• slideshow1
  • slideshow1
  • slideshow1
  • slideshow1
  • slideshow1

Kötümserlik Nedir?

Kötümserlik Nedir?
Kişisel Gelişim
Share on Tumblr

Gülümsediğiniz zaman o da size gülümser, kaşlarınızı çattığınız zaman o da size kaş­larını çatar. Şarkı söylerseniz şen ortamlara çağrılırsınız. Düşünürsen iz düşünenlerin arasına kabul edilirsiniz. Dünyayı severseniz etraftnızda sizi seven insanlar bulacaksınız ve tabiat bütün hazinelerini önünüze serecektir.
Tasayı aramak, karşılamak, büyütmek ve geliştirmek sanatını iş edinen insanların sayısı şaşılacak kadar çoktur. Bunlar bu işte daima başarılı olurlar, zira üzüntü arayan kimse onu mutlaka bulur. Zihnini üzüntüye açık bırakması yeterlidir.
Anlatılanlara göre, Batı Amerika' da büyük ormanlar tarla haline getirilirken bellerinde tabanca ve bıçak taşıyan muhacir işçiler arkadaşlarıyla sık sık kavgaya tutuşurlarmış. Silahsız göçmenler ise pek nadir çatışırlarmış. Silahlı adamın silaha davranmasına sebep olan bir hadiseri silahsız adam sözle kolayca halledermiş, çünkü silahsız göçmenler çalışırlarken silahlarına değil hoşgörülerine ve şen mizaçlarına gü­venerek çalışırlarmış.
Gerçek hayatta da durum böyledir. Şen bir kimse için önemsiz olan, kayıtsızlıkla ve gülerek karşılanan bir olay kötümserin gözlerinde büyür, gerçek bir felaket şeklini alır.
Mutsuz insanların çoğu yavaş yavaş mutsuz olmuşlardır. Bunlar kendilerine acındırmayı, havanın, yemeklerin vesairenin kötülüğünden şikayet etmeyi alışkanlık haline getirdikleri için daima mutsuz yaşarlar. Bir gezintiden dönüşlerinde yorgunluklarını, bir toplantıdan dönüşlerinde orada işittikleri sözleri bahane ederek homurdanmayı adet haline getirdikleri için kendilerini yavaş yavaş mutsuz bir hayata mahkum etmişlerdir.
Şikayet ve tenkit etmek, bir hiç uğruna kendini acındırmak, her yerde gölge aramak, hele genç yaştakiler için, alışkanlıkların en kötüsü ve en zararlısıdır. Zira bu alışkanlığı kazanan kimse kısa zaman içinde ona esir olur. Sonunda kötümserlik, bir hastalık haline gelir.
Tasa arayıcıları arasında uzmanlar da vardır. Sıtmaya, nezleye, her türlü hastalığa karşı ilaçlar bilirler. Her zaman hastalık gözledikleri için bu ilaçlara bugün değilse bile yarın mutlaka muhtaç olacaklarına emindirler. Bir seyahate çıkarlarsa yanlarında eczane taşırlar, muhtemel hastalıkların her birinin ilacını beraberlerinde götürürler. Garibi şudur ki, bu adamlar sık sık hasta olurlar, nezleye, bulaşıcı hastalıklara tutulurlar. Hastalık beklemeyen, fenalık yerine iyiliğe inanan kimseler ise yanlarında ilaç taşımaksızın seyahat ederler ve çok nadir hasta olurlar.
Bazı insanlar tifo kaygısı içinde yaşarlar. Soludukları havanın hastalığa yol açan tehlikeli maddelerle dolu olduğunu zannederler. Oturdukları evin havası mutlaka kötüdür; ya çok yüksek ve fazla güneşli, ya da çok alçak ve rutubetlidir. Ufak bir rahatsızlık duydukları an başlangıcı olduğuna inanırlar. Bu hastalığı o kadar beklerler ki, nihayet günün birinde yakalandıkları da olur. Yanıldıklarını öğrenseler, şaşacaklardır. Hastalığın kökü kendi düşüncelerinin içindedir. Ruhlarında tifo hastalığı ve düşüncelerinde tifo mikrobu yaşadıkça sonunda bu hastalığın vücutlarına bulaşması kaderdir. Bu yalnız bir zaman meselesidir. Diğer birtakım tasa arayıcıları felaketin eksenini mideleri üzerinde toplarlar. Yenmesi uygun olan ve olmayan yemeklerin listesini zihinlerine yerleştirmişlerdir. Sindiremiyecekleri yemeklerin listesini her gün biraz daha kabartırlar. Her yedikleri yemekten bir fenalık bekledikleri için, ağızlarına koydukları her bir lokma ile birlikte biraz da hazımsızlık yutarlar. Şüphe ve korku mide özsuyunun normal boşaltımına engel olduğundan, sindirim zorlaşır ve sağlığa zararlı sonuçların meydana gelmesine neden olur. Bu hastalık arayıcılarının diğer bir tipi de açık havanın yeminli düşmanlarıdır. Bütün Fransız halkı bu sınıfa dahildir. Bir Amerikalı Fransa' da açık pencere ile uyursa ona göz ağrısı, grip, zatürre gibi hastalıklardan birine tutulacağını söylerler. Bir tarafta aralık bir kapı bırakılırsa bu "hava düşmanları" bir nezle beklentisi içine girerler ve büyük bir ihti­malle nezleye yakalanırlar, zira korku savunma güçlerini azaltmış ve bünyelerini soğuk algınlığına karşı daha hassas bir hale getirmiştir. Etrafta bulaşıcı bir hastalık çıkarsa korkaklar bu hastalığa daha kolay yakalanırlar. Çocuklardan birinin öksürmesini, yanaklarının kızarmasını yahut sofrada iştahsız yemek ye­melerini kötü belirtiler sayarak daimi bir üzüntü içinde yaşa­yan korkaklar sayılamayacak kadar çoktur.
Kendilerine ırsi bir hastalık üreten çaresiz insanların hali hepsinden acıdır. Ana-babaları yahut ailelerinden biri menenjitten, kalp zayıflığından, ülserden öldü diye sürekli başlarını, kalplerini, midelerini yoklayanlar çoktur. Bunlar her işlerinde hastalık tehlikesini hesaba katarlar, bütün zevklerini ölüm korkusuyla karartırlar. Halbuki bu insanlarda
bulunmayan şey sağlam bir zihin, cesur ve kendine güvenen bir karakter, takıntılarını değiştirecek akıl faaliyetinden başka bir şey değildir.
Bu kara düşünceli insanlar şarlatanların ellerinde mükemmel birer sağmal inektirler. İlanları gazetelerin son sayfalarını dolduran türlü türlü ilaçlardan tonlarca yutarlar; cahil ve vicdansız hekimleri lüks içinde yaşatırlar; mutsuzluklarını hakiki durumlarının on kalına çıkarırlar.
Bu zavallı insanları, kendi kendilerine kötülük yapmakta olduklarına, mutsuzluklarına son vermenin kendi ellerinde bulunduğuna, iradelerini bir parça zorlamakla maddi ve manevi her türlü hastalıktan kurtulabileceklerine inandırmak iktidarında olmayı çok arzu ederim.
Diğer bazı insanlar, sürekli mali zorluklardan şikayet ederler. Felaketleri yüzlerinde iri harflerle yazılıdır. Bu başarısızlığın canlı ilanıdırlar. Konuşurlar fakat harekete geçemezler. Kendi hesabına ticarete atılmış zeki bir genç tanırım. Bu gencin kötü bir adeti vardır. Herkese işlerinin fenalığından bahseder. Ticaretinin nasıl yürümekte olduğunu soranlara "Fena, fena, birşey kazanamıyorum. Hazır para yiyorum. Bir alıcı bulsam işimi devredeceğim. Bu işe başlamakla hata ettim. Başka bir iş tutsaydım daha çok kazanırdım." gibi cevaplar verir. İşini kötülemeye o kadar alışmıştır ki, kazandığı zamanlar dahi şikayet eder. Etrafındakilere cesaretsizlik
saçar, başkalarının şanslarını denemelerine engel olur. Kabiliyetli bir gencin böyle rnanen intihar etmesi ve yükselme şansını kendi elleriyle boğması cidden acınacak bir durumdur. Böyle bir alışkanlık, bir müdürde olursa, daha fenadır, çünkü müdürün kötümserliği diğer işçileri de etkiler ve işçilerin ona ve işlerine güvenleri kalmaz. İnsanlar kötümser bir
adamın emri allında çalışmaktan hoşlanmazlar, sevinçli ve
iyimser bir hava içinde zevkle çalışırlar, daha çok iş çıkarırlar. Kendini küçük gören kimse yüksek görüşlü ve başarılı bir insan olamaz. Her işte alçak perdeden konuşma alışkanlığı enerjiyi öldürür, zayıf ve çekingen bir çevre yararlı. Böy­le aşağıdan konuşan insanın kendisi, yüksekte yaşayamaz. Kötü düşünen bir zihin en büyük düşmanınızdır. Nice insanlar tanırım ki, sevilmediklerini, beğenilmediklerini, hatırlarının sorulmadığını, arkalarından kötü sözler söylendiğini hayallerinde kurarak devamlı bir keder içinde yaşarlar. Bu düşüncelerin çoğu bir temele dayanmayan kuruntulardan ibarettir. Mutsuzluğa sebep olan kötü düşüncelerden biri de budur. Böyle bir düşünce saadeti öldürür, ona tutulanlar yalnız kendilerine değil etrafındakilere de acı çektirirler.
Böyle düşüncelerin esiri olan insanlar kesit bir kötümserlik havası içinde, sefil ve mutsuz yaşarlar. Kullandıkları siyah gözlükler etrafı onlara daima siyah gösterir. Gördükleri herşey siyahtır. Hayatlarının musikisi yalnız alçak perdeden çıkar, yüksek notaları, ahenkli nağmeleri yoktur. Sevinç ve neşe duyguları, kullanılmamaktan paslanmıştır, gam ve kasvet eğilimleri ise iç hesaplaşmalarını altüst edecek derecede bozulmuştur.
Kötümserler her gittikleri yerde etrafa zarar veren bir sıkıntı havası yaratırlar. Hiç kimse onlarla konuşmayı sevmez, çünkü her zaman talihsizliklerinden bahsederler, başlarından geçen kötü olayları anlatırlar. Onlara göre ortalık daima fenadır, para kıttır, cemiyet bozuktur. Yaşları ilerledikçe dengesizlikleri artar, o derece ki, herkes yanlarından, sıtmalı ve miyasmalı bataklıklardan kaçar gibi, kaçmaya başlar.
Bazan bir kişinin karamsarlığı ve hoşnutsuzluğu bütün bir aileye bulaşır, onun yüzünden ailenin rahatı bozulur. Böyle bir insan etrafındakilerle iyi geçinemez. Kendisi hayattan zevk alamadığı gibi başkalarının da zevk almasına, duruluğunu korumasına engel olur.
Böyle zihinler hastalıkların gelmesini de kolaylaştırır ve gelen hastalıkların tedavisine engel olur yahut tedaviyi geciktirirler. George Tenney bir sanat oyun da yaptığı deneylerden sonra şöyle yazıyor:
"Herkesle ve herşeyle ters giden bir kimseye sağlık vermek, boğulmak kararıyla denize atılan bir adamı kurtarmaya çalışmak kadar zordur. Bazı insanlar zamanlarını kendilerine yeni bir sıkıntı aramakla geçirirler. Sıkıntıyı buldukları yahut kat ettikleri zaman kendilerini bahtiyar sayarlar, boyunlarında asılı felaketler zincirine yeni bir halka eklediklerine memnun olurlar. Bu zihniyetteki bir hastayı iyileştirmek kadar zor bir iş yoktur. Devamlı hoşnutsuzluk ve heyecan içinde yaşayan bir kimseye ilaç vermek kaynar zeytinyağına su katmaya benzer. ilaçların tesir etmesi için hastanın güvenli ve memnun bir ruh taşımasına ve zihninin duruluğunu korumasına ihtiyaç vardır."
Doktor Sanderson da şöyle diyor:
"Karamsar bir zihniyette sıkıntı ve kederin sebepleri ne
kadar farklı olursa olsun, vücut üzerindeki tesirleri aynıdır.
Organların her birinde faaliyet sekteye uğrar. Hele iç organlarının birinde zayıf bir nokta varsa manevi hastalık o zayıf noktaya hücum ederek bir beden hastalığına sebep olur. 'Tedaviye en büyük engel manevi çöküntüdür.' Bazı zamanlar manevi zayıflama, şifaya maddi sebeplerden daha çok engelolur, zira hastanın kuvvet ve sağlığını geri vermek için gerekli olan enerji kalmaz."
Sıkıntı kat etmenin yollarından biri de kusur aramak, başkalarını sürekli eleştirmektir. Öyle insanlar vardır ki, hoşgörü ve iyiliğin ne olduğunu bilmezler, herkesin kusurunu ararlar ve bu kusurları çekiştirme hususunda son derece acımasız davranırlar. Onları asla övmezler, tanıdıklarının iyi niteliklerini kabul etmek istemezler; en ziyade hoşlandıkları şey tenkittir.
Başkalarının kusurlarını ayıplamak, yahut hataları yüzünden uğradıkları felaketleri hoşgörüsüz bir şiddetle muhakeme etmek, herkesin kötü ve hatalı taraflarını görmek kötü bir huydur. insanların hatalı taraflarını değil, iyi taraflarını görünüz. Başkalarının kusurlarını ve acemiliklerini araştırmayacağınızı, daha hayatın eşiğinde iken zihninize iyice yerleştiriniz. Herkesi ayıplamak, alaylı, küçük gören yahut kötü niyetli tenkitlerle hırpalamak çok tehlikeli bir alışkanlıktır.
Bu alışkanlık, meyvayı içinden kemiren ve suyunu emerek arkasında yalnız çürük bir posa bırakan kurtlar gibi, saadeti öldürür. Böyle bir alışkanlık kazanıldıktan sonra artık mesut yaşamanın imkanı olmaz. Daima ayıplayacak ve kötümseyecek bir kusur aramayı adet edinen kimseler kendi karakterlerini bozar ve kendilerine olan iyilikleri de engellerler.
Hepimiz şen, hayırsever insanları severiz. Ukalaları, kusur arayıcıları, dedikoducuları, çekiştiricileri, fenalık isteyenleri kimse sevmez. Dünya Emerson'u sever, Nardau'yu(\) değil. Herkes durumun iyi yönlerini ve geleceğin olumlu ihtimallerini gören, insanlığın gerilemesine eyvahlar etmekle vakit geçirmek yerine ilerlemelere inanan kimseleri sever. Aylak gevezeler, yılan diller, kötü karakterlerini dizginleyemeyen insanlar kendi kabahatleri yüzünden mutsuz olurlar, zira herkes onlardan yüz çevirir.
Bir müddet sonra başkalarının hayattan zevk almakta olduklarını, kendilerinin ise mesut yaşayamadıklarını görerek şaşarlar.
Bu dünyada hayatın iyi ve kötü yolları vardır. Bu yolların her ikisinin üzerinde aynı derecede kolaylıkla yürünebilir. Kötülük ve çirkinlik yerine iyilik ve güzellik görmek, iğrençlik ve bayağılık yerine asalet ve temizlik aramak, gam ve keder yerine zevk ve sevince bağlanmak, ümitsizlik yerine ümit beslemek, karanlık tarafa bakmak yerine aydınlık tara­
fa bakmak aynı derecede kolaydır.
Çehrenizi güneşe döndürmek gölgelere döndürmekten daha zor değildir. Halbuki ikisinin arasındaki fark saadetle felaket arasındaki fark gibidir.
Şu halde ışığa bakmaya kendinizi alıştırınız! Gölgeleri, lekeleri yanınıza uğratmayınız! Size hoş görünen, sizi yükselten, cesaretlendiren şeylere zihninizi açık tutunuz! O zaman talihinizin ters gitmediğini görecek ve kısa bir zamanda karakterinizi güzelleştireceksiniz.
Pekçok insan; "hadiseler başka türlü cerayen etmiş olsaydı mesut olacaklarını" sanırlar. Halbuki mesut olamama nedenleri hadiselerin kendilerinden değil, onların hadiseleri algılama tarzlarından kaynaklanmaktadır.
Öyle insanlar tanırım ki, hayatları boyunca felaketten felakete uğradıkları halde düşmanlıklarla, hastalıklar ve sakatlıklarla mertçe mücadele etmişler ve bu mücadelelerinde hiçbir zaman ümit ve cesaretlerini kaybetmemişlerdir. Böyleleri bütün tanıdıklarına mükemmel bir örnek teşkil ederler. Siz ki, her zaman mutsuzluğunuzdan, tahilsizliğinizden,
başınıza gelen zorluklardan, fakirliğinizden şikayet edersiniz. Dünyada sizin mevkiinizde bulunmayı ve sizinle aynı şartlar altında yaşamayı kendilerine bir saadet sayacak binlerce insan olduğunu unutmayınız.
Eğer herşeyi yadırgamak alışkanlığında iseniz; işinizi, dostlarınızı, sağlığınızı, her şeyinizi kötü ve hakir görmeyi adet edinmişseniz, bu adetinizi tersine çeviriniz. Herşeyden iyilikle bahsediniz, kötü havalarda bile havanın fena olduğu­ nu değil iyi olacağını düşününüz. Bu adete bir müddet devam ederseniz düşünme tarzınızda meydana gelecek değişiklik etrafınızı saran havayı hafifletecek ve hayatınızı güzelleştirecektir.
Karakter sahibi bir adam olumsuz düşünmek ve konuşmak iznini kendi kendisine veremez. "Yapamam" demez, "Yapabilirim" der; "Bu işi yapmaya çalışacağım" demez, "Bu işi yapacağım" der. "Yapamam"lar çoğu gencin hayatını herşeyden çok tahrip etmiştir. Zira olumsuz düşünüş, tereddüt, güvensizlik onların karakterlerini zayıflatmış ve enerjilerini felce uğratmıştır. Olumsuz düşünen gençler boyunlarına esaret zincirini takarlar ve düşünme tarzlarını değiştirmedikçe, yani olumsuz konuşmak ve hareket etmek alışkanlığını olumlu icraat alışkanlığıyla değiştirmedikçe, bu zincirden kendilerini kurtaramazlar.
Tam bir iman, iyimserliğin ve ahengin evladıdır. Kötümserlik sağlığı öldürür, karakteri miskinleştirir. Dengeli bir ruh hiçbir zaman kötülük beklemez, daima iyilik bekler. Zira iyiliğin ebedi bir hakikat olduğunu, fenalığın ise iyilik yoksulluğundan başka bir şey olmadığını bilir. Nasıl ki, karanlık kendi nefsinde bir varlık değildir, ışığın yokluğundan ibarettir. ışığı arayınız! Işık, karanlıkları kalbinizden ve ruhunuz­    dan silecektir.
Azap içinde bir ruh fenalığını örterken Felaketler ve zorluklar yaratır, Her rast geldiğin şeyde iyilik gör, Kemal ararken hayatın zorluklarını unut.
DERLEYEN... (EDİTÖR)
İletişim:[email protected]

Bu makale şu konularla ilgili olabilir : - -
Kötümserlik Nedir? başlıklı  tarafından yazılan yazı 3130 kişi tarafından okundu ve 0 kişi tarafından yorumlandı

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Bir Yorum Yazın

 
3+2 İşleminin Sonucu