• slideshow1
  • slideshow1
  • slideshow1
  • slideshow1
  • slideshow1

BEYİN- ZİHİN İLİŞKİSİ NASILDIR ?

BEYİN- ZİHİN İLİŞKİSİ NASILDIR ?
Kişisel Gelişim
Share on Tumblr

Akletmenin, akıl yürütmenin, tüm zihinsel faaliyetlerin beyinden kaynaklandığı bilinir. Ancak şu sorunun cevabı henüz verilmiş değildir: Bir madde yığını olan milyarlarca hücreden meydana gelen beyinde, bilme, düşünme, akıl yürütme gibi zihinsel melekeler nasıl oluşmaktadır?
İkibinli yılların başında bilimin cevaplaması gereken bu soru, hem konuyla ilgili uzmanların hem de zihnin, özellikle şuurun kökenini merak eden felsefecilerin kafalarını kurcalıyor. Şuur, bugün üzerinde çok durulan bir konu. Çünkü genel anlamıyla biyoloji, özelde nöroloji hayatın bir sürü sırrını gözle görülür bir nitelikte açığa çıkarma iddiasını hâlâ sürdürüyor. Bunu da maddi bileşelerine indirgeyerek, parçalarına ayırarak yapmaya çalışıyor. Oysa, beyni ne kadar indirgerseniz indirgeyin, ne kadar ayrı parçalara bölerseniz bölün, arada bir zihnin ya da şuurun çıkamayacağı açıktır.
 

90'h yıllar bu sırrın çözümlenmesi yolunda önemli mesafeleri alındığı yıllar olarak hatırlanıyor. "Beyin onyûı" adı verilen bu yıllarda, beyin ve zihin hakkında, psikolojiyle.nörolojinin şimdiye kadar ki tarihi boyunca elde edilen bilgiden fazlası öğrenildi. Ancak zihnin nasıl olup da beyinden ortaya çıktığına dair ciddi sorular henüz ortadan kalkmış değil. İndirgemeci yaklaşımın burada karşılaştığı önemli sorunlar var.
 
 
Yasan beyni, kâinatın en karmaşık organize yapısıdır. Her insanın başında yıldızlar sayısınca bağlantılar içeren, göklerin tüm bilgisini kuşatabilecek kapasitede bir beyin saklıdır. İnsan beynini ve bu beyinden kaynaklandığı düşünülen zeka, zihin, şuur, farkındalık, benlik gibi kavramları anlamak, görünen o ki yine insan beynine düşüyor. Ancak, insan beyni bu noktada yani kendi kendisinin sırlarını açmada açmaza giriyor. Modern bilim, bunca ilerlemesine rağmen, beynin kıvrımlarında aradığı şeyi henüz bulabilmiş değil Ancak, aradığımız şey, aynı zamanda arama aracımız da olunca bu arayış yeni kayboluşları getiriyor kaçınılmaz olarak. Aklın aklı akletmesi, zihnin zihni açıklamaya çalışması ya da şuurun şuuru tanımlamaya niyetlenmesi, hem trajik bir çelişki, hem anlaşılması güç bir infilak gibi  Kesin olan anlaşılması güç bir yol ayrımına vardığımızdır.
 
 
Herşeyi parçalarına ayırarak anlamayı vaadeden bilim, en çok peşine düştüğü şeyi, yani aklı, en güvenerek kullandığı aracı olan akılla anlamlandıramıyor. Beynin kıvrımlarında çaresizlikle, cevapsızlıkla kıvranıyor. Yani, şu akü "akıl almaz" bir şey...
 
 
Birinci sorun, beyin ile beyinden türediği düşünülen şuur-zihin arasında bir ilişki kurarken "nereden" bakılacağı sorunudur. Herhangi birinin bedeni ve beyni başkaları tarafından gözlenebilir. Oysa zihin ancak ona sahip olan kişi tarafından incelenebilir. Aynı beden veya beyinle uğraşan farklı kişiler, o beyin veya bedenle ilgili aynı gözlemi yapabilir; ancak karşılaştırma amacıyla, üçüncü bir şahsın herhangi bir kişinin zihnini doğrudan gözleme imkanı yoktur. Beden ve onun bir parçası olan beyin dışa açıktır ve objektif olarak incelenebilir. Oysa zihin (düşünce) kişiye özeldir, gizlidir, içseldir ve sübjektif bir varlıktır. Birinci şahsa ait zihin ile üçüncü bir şahsın bedeni arasındaki bağlantı nasıl ve hangi noktada kurulacaktır?
 
 
Beyni incelemek üzere manyetik rezonans ya da daha gelişmiş tarama yöntemleri kullanılabiliyor, beyindeki nöronlar arasındaki elektrik faaliyetini ölçmek için de elimizde oldukça iyi teknikler vardır. Ancak elde edilen bunca bilgi beyin veya beynin eylemleri hakkında bilgi veriyorsa da zihnin kendisine ait, şuuru açıklamaya yarayacak bir bilgi vermiyor. Diğer bir deyişle, canlı madde üzerinde yapılan detaylı gözlemler, bizi zihnin ya da düşüncenin açıklamasına değil, sadece canlı maddenin detaylarına götürebiliyor. Zihnin ayırt edici bir özelliği olan "benlik şuuru" nu, yani, "zihnindeki imgeler, hayaller bana aittir ve benim bakışımla oluşmuşlardır" düşüncesinin nasıl oluştuğunu açıklamak mümkün görünmüyor.
 
 
Görünen o ki, şuurun veya zihnin nasıl ortaya çıktığını anlamak (ama yine akılla anlamak) için incelemeye konu olan zihnin kendinden yararlanabilirsiniz. Zihinlerin yine zihinler üzerinde inceleme yapmaya kalkması ise sorunun hem tanımını hem çözümüne yönelik yaklaşımları büsbütün karmaşık hale getirir. Zihnin kendi kendini gözlemlemeye çalışırken karşı karşıya geleceği, mantıksal olarak asla aşamayacağı bu keyfilik insan zekasının zihni açıklamaya yetmeyeceği sonucunu getirir.
 
 
Yani, insan zihni insan zihnini açıklamaya kalktığında insan zihnini açıklayan yeni bir zihin katmanı ortaya çıkıyor ki böylece zihnin açıklayacağı yeni bir zihin ortaya çıkıyor. Bu çelişki sürekli var olacak ve çözüldüğü her aşamada daha da büyüyecektir.
 
 
Özetle, şuur-zihin probleminin benzersizliği ortadadır ve bu probleme yaklaşımı karmaşık hale getiren zorluklar çoktur. Bu yüzden çözümün bilimin sınırlarını aşıp bizi metafiziğe muhtaç etmesi kaçınılmaz görünmektedir. Beynin yaşayan maddesi üzerinde saklı "zihin cevherini'' açıklamak için araştırma yapmanın imkansızlığını farkeden birçok bilim adamı, yaşayan madde ile ilgili eldeki bilginin böyle bir son hükme varmak için yeterli olduğunu varsayarlar. Çünkü lokal bir beyin bölgesindeki nöronların grup halindeki davranışlarını henüz tam anlamıyla kavramış değiliz. Birbirinden ayrı beyin bölgeleri arasındaki etkileşimin, her bir bölgenin tek basma yaptıklarının toplamından daha karmaşık biyolojik durumlar ortaya çıkardığı gerçeğini ise yeni yeni anlamaya başladık. İnsan zihninin kendisi üzerinde inceleme yapamayacağı gibi bir problem de karşımızda aşılmaz olarak durmaktadır.

 
Benlik (öz) meselesi
 
 
Bilişsel (kognitifj nöroloji alanındaki güncel araştırmalarda hızlı ve güçlü deliller elde edilmesi, "beyinde olup biten fimin" sinirsel biyolojik temellerini ortaya çıkarabilir. Ancak, şuur-zihin probleminin, ikinci kısmının, yani benlik şuurunun, insanın ben olduğunu farketmesi işleminin nasıl oluştuğunun çözümü yine imkânsız görünmektedir. Beyin hücrelerinin farklı oluşu da dikkat çekicidir. Böbrekteki veya karaciğerdeki hücreler yalnızca kendi fonksiyonlarıyla uğraşır ve başka hücreleri ya da fonksiyonları temsil etmez. Ancak beyin hücreleri, sinir sisteminin her seviyesinde, organizmanın farklı yerlerindeki-ve kendi dışındaki- olayları veya eşyaları temsil eder. Beynin hücreleri, kendi işleri dışındaki işlerle de meşgul olmak üzere tasarlanmıştır. Sinir hücreleri, tüm organizma coğrafyasının ve bu coğrafyada gerçekleşen olayların "haritacıları" gibidir. Sanki bedene "yukarıdan" bakarlar.
 
 
Zihin amaçlıdır, bir şeyi kasdederek çalışır. Bedendeki kimyasal dengeler bir amaç etrafında sağlanır. Benlik ve şuur fikri de kasıtla oluşturulur. Olup bitenin farkında olmak bilinerek, niyetlenerek yapılıyor olmalıdır. Öyleyse, bedeni farkedip izleyen bir zihinden ya da organizmayı "düşünen" bir şuurdan söz etmeliyiz. O halde şunu sormak kaçınılmazdır. İzleyenle izleneni, düşünce ile düşüneni bir bütün haline getiren nedir?
 
 
Organizasyonu ne sağlamakta, müthiş uyum nasıl ortaya çıkmaktadır?
Beynin fiziksel yapısı aydınlandıkça, eşi benzeri bulunmayan insan zihninin bilinmezliği sürmekte, bu sorular yine cevapsız kalmaktadır. Çünkü zihnin nasıl çalıştığını beynin kıvrımlarında aramak, şuurun kökenlerini biyolojik dokuda araştırmak daha baştan başarısızlığı getirmektedir.
 
 
Beyin, insanın en karmaşık ve esrarlı organı olmaya devam edecektir. Çünkü beynimizi aydınlatacak olan yine beynimiz olduğundan, beynin kendi kendisini düşünmesi asla mümkün olmayacaktır.
 
 
Beyin, 100 milyar nörondan ve her nöron ise bir trilyon atomdan meydana gelmiştir. Bir sinir hücresinin bütün sırrını çözsek bile veya tipik bir sinir hücresi devresindeki faaliyetin bütün girift modellerini açıklığa kavuştursak dahi, zihnin sinirsel temelinin esrarını keşfetmenin mümkün olmayacağı düşünülebilir. Sonra beynimizdeki sinir hücresi bağlantılarının modelleri ve sinapsların gücü nasıl ve ne zaman belirlenir? Bunlar beynin her yerindeki sistemler için aynı zamanda mı belirlenir? Bir kere belirlendiklerinde, sonuna kadar kalıcı mı olurlar? Henüz bu soruların da kesin cevaplan yoktur.
 
 
Evet, düşünme, akıl yürütme, utanma, konuşma, sevinç, tiksinme vs. gibi melekelerimizin beyin hücrelerinin fonksiyonu olduğu doğrudur. Ancak bu neyin etkisiyle olmaktadır? Beyin hücrelerini idare eden ve onun da üstünde olan nedir? Ölüyle diri arasındaki fark nasıl olmaktadır?
 
Düşünme, anlama, sezme, hissetme gibi insanı insan yapan yüksek seviyedeki fonksiyonlar ve bunların beyindeki kimyevî reaksiyonlarla ilişkisi nasıl olmaktadır? Bütün organlarınızın, cansız atom ve moleküllerden teşekkül ettiğini biliyoruz. Bunların bir araya gelmesi nasıl davranışa dönüşmektedir?
 
 
Bu soruların cevabı, insanın maddî cephesiyle iç içe ve ona hükmeden ruhî cephesini kabulden geçmektedir. Organlarının bir bütünlük içinde ve belli bir gaye doğrultusunda, işbirliğiyle yaptıkları vazifeler de, vücudumuzda her hücreye hükmeden ruh dediğimiz varlığın gerekliliğini zaruri kılar.
 
DERLEYEN... (EDİTÖR)
 

Bu makale şu konularla ilgili olabilir : - -
BEYİN- ZİHİN İLİŞKİSİ NASILDIR ? başlıklı  tarafından yazılan yazı 7268 kişi tarafından okundu ve 0 kişi tarafından yorumlandı

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Bir Yorum Yazın

 
3+2 İşleminin Sonucu